6 Haziran 2017 Salı

Eski İstanbul'da kopuklar ve kabadayılar

‘Kopuk olacak adam çocukluğundan bellli olur’ derdi eski İstanbul’lu... Çocuk terbiyesine ne dikkat edilir ne de önem verilirdi. Daha doğrusu; çocuk nasıl terbiye edilir, kötü alışkanlıklardan korunur, çocuğa nasıl davranılır kimse bilmezdi. Eski İstanbul’da çocuk sokağa adımını atar atmaz insanı şaşırtacak biçimde kötü, ne var ki anlamını bilmediği sözler ve davranış biçimleri öğrenirdi. Bazı insanlar bacak kadar çocuğun küfürbazlığına bayılır; kendileri de çocuğu severken küfreder, hatta bu küfürleri çocuğa tekrarlatıp kahkahayı patlatırlardı!..
İnsanlar ‘it kopuk’ diye nitelendirdiği çocuğu uyarmaya, onlara yaptıklarının çok ayıp olduğunu söylemeye çekinirdi, nedense...
Kopuk tayfası kendi deyimleriyle ‘kalk gidelim’e soyunurdu; ufak tefek hırsızlıklar, kumarhane uşaklığı, genelev hizmetkârlığı, hırsız ve karmanyolacı gözcülüğü, yankeseci yardakcılığı, esrar kahvehaneleri ateşciliği gibi aşağılık işlerde çekirdekten yetişirdi.
Kopuk, kabadayıdan daha tehlikeliydi. Kabadayılar vuruşacaksa, üç gün öncesinden haber salar ve kişi ona göre hazırlığını yapardı. Ama 17 yaşına değin sokaklarda yatan, ‘on yıl hapis yatar yirmi yedi yaşında kabadayı çıkarım’ diyen kopuklar, durup dururken, sustalıyla karın deşer, kancayla göz çıkarırdı!.. Yani hapis cezası bu kopukların gözünü korkutmazdı.
Külhanbeylikten bir kat yüksekte olan kabadayılık, eski İstanbul’da toplumsal yaraların biri olarak algılanırdı. Kabadayılar babayiğitler gibi mert, delikanlı adamlar değildi herşeyden önce.
Kabadayılar kendi aralarında, palavracı, fiyakacı, hacamatçı, raconcu gibi sınıflandırılırdı. Bu adamlar polisin hakaretinden, babayiğitlerin tokatından kurtulamazdı. Kimileri de zabıta kurşunuyla ölüme mahkum dolanırlardı orta yerde.
Şişman Lütfü, Sandalcı Rasim, Tırız Hasan, Arnavut Süleyman, Kabadayı Arif Bey, eski İstanbul’un dört bir köşesine nâm salmış kabadayılardı.
“Kasap Halil, eğri omuzlu bir herifti” diye anlatır Ahmet Rasim.
“Çopur, traş kafa, çipil gözlü. Terazinin tartılan eşya kefesi gibi, alabora olmuşa benzerdi”
“Pehlivan Aliço, saçı usturaya vurulmuş, çatık kaşlı, iri gözlü, uzun kirpikli, koç burunlu, enli omuzlu, dolgun yüzlü, palabıyıklı Herkül gibi bir adamdı. Gocuğuyla beraber Zaloğlu Rüstem’i andırırdı. Eski İstanbul sokakları bu salla kol kabadayının boyuna posuna dar gelmekte, Pehlivan Aliço, ferah ferah geçememekteydi evlerin arasından...”
Palavracı kabadayılar, fiyakacı kabadayılar, kıyak kabadayılar, hacamatcı kabadayılar ve raconcu kabadayıları da bir başka yazıda anlatırım ayrıntılarıyla...
Sonra da Babayiğitler, Sarhoşlar, Şıklar ve Zamparalar ile tamamlarız eski İstanbul sokaklarını mesken tutanları...

Aziz Üstel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder