‘Kopuk olacak adam çocukluğundan bellli olur’ derdi eski
İstanbul’lu... Çocuk terbiyesine ne dikkat edilir ne de önem verilirdi. Daha
doğrusu; çocuk nasıl terbiye edilir, kötü alışkanlıklardan korunur, çocuğa nasıl
davranılır kimse bilmezdi. Eski İstanbul’da çocuk sokağa adımını atar atmaz
insanı şaşırtacak biçimde kötü, ne var ki anlamını bilmediği sözler ve davranış
biçimleri öğrenirdi. Bazı insanlar bacak kadar çocuğun küfürbazlığına bayılır;
kendileri de çocuğu severken küfreder, hatta bu küfürleri çocuğa tekrarlatıp
kahkahayı patlatırlardı!..
İnsanlar ‘it kopuk’ diye nitelendirdiği çocuğu uyarmaya, onlara
yaptıklarının çok ayıp olduğunu söylemeye çekinirdi, nedense...
Kopuk tayfası kendi deyimleriyle ‘kalk gidelim’e soyunurdu; ufak
tefek hırsızlıklar, kumarhane uşaklığı, genelev hizmetkârlığı, hırsız ve
karmanyolacı gözcülüğü, yankeseci yardakcılığı, esrar kahvehaneleri ateşciliği
gibi aşağılık işlerde çekirdekten yetişirdi.
Kopuk, kabadayıdan daha tehlikeliydi. Kabadayılar vuruşacaksa,
üç gün öncesinden haber salar ve kişi ona göre hazırlığını yapardı. Ama 17
yaşına değin sokaklarda yatan, ‘on yıl hapis yatar yirmi yedi yaşında kabadayı
çıkarım’ diyen kopuklar, durup dururken, sustalıyla karın deşer, kancayla göz
çıkarırdı!.. Yani hapis cezası bu kopukların gözünü korkutmazdı.
Külhanbeylikten bir kat yüksekte olan kabadayılık, eski
İstanbul’da toplumsal yaraların biri olarak algılanırdı. Kabadayılar
babayiğitler gibi mert, delikanlı adamlar değildi herşeyden önce.
Kabadayılar kendi aralarında, palavracı, fiyakacı, hacamatçı,
raconcu gibi sınıflandırılırdı. Bu adamlar polisin hakaretinden, babayiğitlerin
tokatından kurtulamazdı. Kimileri de zabıta kurşunuyla ölüme mahkum dolanırlardı
orta yerde.
Şişman Lütfü, Sandalcı Rasim, Tırız Hasan, Arnavut Süleyman,
Kabadayı Arif Bey, eski İstanbul’un dört bir köşesine nâm salmış
kabadayılardı.
“Kasap Halil, eğri omuzlu bir herifti” diye anlatır Ahmet
Rasim.
“Çopur, traş kafa, çipil gözlü. Terazinin tartılan eşya kefesi
gibi, alabora olmuşa benzerdi”
“Pehlivan Aliço, saçı usturaya vurulmuş, çatık kaşlı, iri gözlü,
uzun kirpikli, koç burunlu, enli omuzlu, dolgun yüzlü, palabıyıklı Herkül gibi
bir adamdı. Gocuğuyla beraber Zaloğlu Rüstem’i andırırdı. Eski İstanbul
sokakları bu salla kol kabadayının boyuna posuna dar gelmekte, Pehlivan Aliço,
ferah ferah geçememekteydi evlerin arasından...”
Palavracı kabadayılar, fiyakacı kabadayılar, kıyak kabadayılar,
hacamatcı kabadayılar ve raconcu kabadayıları da bir başka yazıda anlatırım
ayrıntılarıyla...
Sonra da Babayiğitler, Sarhoşlar, Şıklar ve Zamparalar ile
tamamlarız eski İstanbul sokaklarını mesken tutanları...
Aziz Üstel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder